DAVA : Müstehcenlik suçundan sanık M.’in 5237 sayılı TCK’nun 226/1-c-d, 62, 50/1-a, 52/2-4 ve 54. maddeleri uyarınca hapis cezasından çevrilme 3.000 Lira ve doğrudan hükmolunan 500 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Ümraniye 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 21.10.2010 gün ve 369-753 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 24.02.2012 gün ve 8165-2172 sayı ile;

“… Sanığın 10.11.2009 günü kendisi adına tebligatı almaya kanunen yetkili eşine tebliğ edilen hükmü, 18.11.2011 havale tarihli dilekçeyle temyiz ettiği anlaşılmış ise de; mahkemece verilen hükmün son fıkrasında Anayasa’nın 40/2 ve CMK’nun 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerine aykırı olarak başvuru mercii ve 7 günlük temyiz süresinin kararın tebliğinden itibaren işlemeye başlayacağı açıkça gösterilmediğinden, aynı Kanunun 40 ve devamı maddelerine göre temyizin süresinde yapıldığı kabul edilerek gereği düşünüldü: Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

Bilirkişi raporunda incelemesi yapılan dava konusu CD’lerde doğal olmayan yoldan yapılan cinsel davranışların bulunduğundan söz edilerek eylemin TCK’nun 226/4. maddesi kapsamında kaldığının belirtilmesi karşısında; bu suçtan dolayı yargılama yaparak delillerin değerlendirilmesi ile sübut ve suç vasfının tayin ve takdiri görevinin üst dereceli asliye ceza mahkemesine ait olduğu dikkate alınarak 5235 sayılı Kanunun 11 ve CMK’nun 4. maddeleri gereğince görevsizlik kararı verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması…”,

İsabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay C. Başsavcılığı ise 18.05.2012 gün ve 28631 sayı ile;

“… Hüküm fıkrasında temyiz süresi ve başlangıcının açıkça gösterilmiş olması karşısında, sanığın yasal süreden sonra yapmış olduğu temyiz itirazının reddi yerine, tebliğnamemize aykırı olarak, temyiz isteğinin süresinde kabulü ile esastan inceleme yapılarak yazılı şekilde bozma kararı verilmesi isabetli bulunmamaktadır…” ,

Görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve sanığın temyiz isteminin reddine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.

CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Ceza Dairesince 19.12.2012 gün ve 11860-13322 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yerel mahkeme kararındaki kanun yolu bildiriminin yasal ve yeterli olup olmadığı ile buna bağlı olarak sanığın temyizinin süresinde yapılıp yapılmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

Yerel mahkemece sanığın yokluğunda tefhim edilen kararın kanun yolu bildiriminin; “…istinaf mahkemeleri henüz kurulup faaliyete geçmediğinden CMK’nun 291. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasından veya tebliğinden itibaren 7 gün içerisinde temyiz yasa yolu açık olmak üzere.…” şeklinde olduğu, yokluğunda verilen kararın sanığa 10.11.2008 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, sanığın da 18.11.2008 tarihli dilekçe ile kanuni süresinden sonra hükmü temyiz ettiği, temyiz dilekçesinde kanun yolu bildiriminde yanıltıldığına ilişkin herhangi bir anlatımda bulunmadığı anlaşılmaktadır.

1412 sayılı CMUK’nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 310. maddesinde, yüze karşı verilen kararlarda temyiz isteminin hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağı, bu takdirde, beyanın tutanağa geçirilerek hâkime tasdik ettirileceği, yoklukta verilen kararlarda ise temyiz süresinin tebliğle başlayacağı belirtilmiştir.

5271 sayılı CMK’nun 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerinde ise, hüküm ve kararlarda, başvurulacak kanun yolu, başvurunun yapılacağı merci, yöntemi ve başvuru süresinin hiçbir tereddüte yer vermeksizin açıkça belirtileceği hükümlerine yer verilmiş olup, bu hükümlere aykırılık aynı kanunun 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni oluşturacaktır. Bu bildirimlerdeki temel amaç sujelerin başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması, bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilecek veya eski hale getirme nedeni oluşturacak husus, eksik veya hatalı bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.

5271 sayılı CMK’nun 264. maddesinde ise, kabul edilebilir bir kanun yolu başvurusunda kanun yolunun veya mercide yanılgının, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağı, bu hâlde başvurunun yapıldığı merci tarafından, başvurunun derhâl görevli ve yetkili mercie gönderilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiştir.

Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, kural olarak temyiz istemi süresinde verilen bir dilekçe veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla hükmü veren mahkemeye yapılacaktır. Ancak süresinde olması şartıyla, dilekçenin hükmü veren mahkeme dışındaki bir mahkemeye verilmesi veya istemde bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı halinde Cumhuriyet savcılığına ya da bir başka mercie istemde bulunulması temyiz istemini geçersiz kılmayacak, bu durum mercide yanılgı kapsamında değerlendirilebilecek, dilekçenin verildiği veya istemin yapıldığı merci tarafından, istem veya dilekçe mahkemesine gönderilecektir. Yine aynı şekilde istemin temyiz yerine itiraz olarak belirtilmiş olması da bu kapsamda değerlendirilerek, başvuru sahibinin hakları korunacak, sürenin bildirilmemesi veya yanılgılı bildirilmesi halinde bunun ilgili taraf açısından bir yanılgı oluşturarak bir hakkın kullanılmasını engellemesi durumunda açıklamalı davetiye ile bu hususun tebliğinden sonra süreler işlemeye başlayacak, böylece muhtemel hak kayıpları önlenecektir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Sanığın yokluğunda verilen hükümde başvurulacak kanun yoluna ilişkin bildirimde temyiz süresinin “hükmün açıklanmasından veya tebliğinden 7 gün içinde” biçiminde gösterildiği, usulüne uygun olarak tebliğ edilen bu hükmü sanığın süresinden sonra temyiz ettiği, temyiz dilekçesinde bildirimde yer alan bu ifade nedeniyle temyiz süresinin ne zaman başlayacağı hususunda bir tereddüt yaşadığına ilişkin herhangi bir anlatımın yer almadığı gibi, temyiz süresinden sonra dilekçenin verilmesine ilişkin de herhangi bilginin bulunmadığı anlaşılmaktadır.

1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 310. maddesi uyarınca, yokluğunda verilmiş olan karara yönelik temyiz isteminin tebliğden itibaren bir hafta içerisinde yapılması gerekmekte olup, sanık 10.11.2008 tarihinde tebliğ edilen hükme karşı bir haftalık süreden sonra 18.11.2008 günü temyiz başvurusunda bulunmuştur. Her ne kadar kararda başvurulacak yasa yollarına ilişkin bildirimde, sürenin başlangıcının “hükmün açıklanması veya tebliği” şeklinde gösterilmesi nedeniyle bildirimin eksik ve yanıltıcı olduğu, bu durumun eski hale getirme nedeni olarak kabulü ile temyiz başvurusunun süresinde yapıldığı ileri sürülebilirse de, yoklukta verilen hükme ilişkin olarak temyiz süresinin, sanığın bu hükmü usulüne uygun olarak öğrenmesi yani tebliğle işlemeye başlayacağı açık olduğundan, bildirimde ayrıca “hükmün açıklanmasından” ibaresine de yer verilmesinin, sanık açısından kanun yolu süresinin tebliğ ile işlemeye başlayacağı gerçeğini değiştirmeyecektir. Kaldı ki sanık süresinden sonra verdiği temyiz dilekçesinde, bu ifadenin kendisini temyiz süresinin başlangıcı konusunda yanılgıya düşürdüğüne ilişkin bir iddiada da bulunmamıştır.

Bu itibarla, Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, sanığın kendiliğinden temyize tabi olmayan hükme karşı kanuni süreden sonra yaptığı temyiz başvurusunun 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 24.02.2012 gün ve 8165-2172 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,

3- Sanığın kanuni süreden sonra gerçekleşen temyiz isteminin 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 310 ve 317. maddeleri uyarınca REDDİNE,

4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 02.04.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.