İş Kazası Maddi, Manevi Tazminat Davası – Yargıtay Hukuk Genel Kurul Kararı

yargıtayYargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/1407 E. , 2015/1747 K.
İŞ KAZASI SONUCU SÜREKLİ İŞ GÖRMEZLİĞE UĞRAMA
USULİ KAZANILMIŞ HAK
İTİRAZA UĞRAMAYAN TAZMİNAT MİKTARI
ZARAR HESABINA İLİŞKİN RAPORUN TARAF DENETİMİNE TABİ OLMASI
1982 ANAYASASI (2709) Madde 2
BORÇLAR KANUNU(MÜLGA) (818) Madde 43
TÜRK BORÇLAR KANUNU (6098) Madde 55

“İçtihat Metni”
Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Anadolu 16. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 31.10.2013 gün ve 2013/638 E., 2013/484 K. sayılı kararın incelenmesi davalılardan D.. İnşaat ve Ticaret A.Ş. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin 24.02.2014 gün ve 2014/1131 E., 2916 K. sayılı ilamıyla;
(…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici nedenlere göre temyiz eden davalı şirket D.. İnş.Tic.A.Ş vekillerinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddine
2-Dava, 19.04.2009 tarihindeki iş kazasında yaralanan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemlerine ilişkindir.
Mahkemece, 158.502,63TL maddi, 90.000,00TL manevi tazminatın davalı şirketlerden tahsiline karar verilmiştir.
Dosya kapsamındaki kayıt ve belgelerden, 10.04.2009 tarihindeki zararlandırıcı olayın iş kazası olduğu, kazanın oluşumunda davacı sigortalının %20 oranında mütefarik kusurunun bulunduğu, anılan kaza nedeniyle sigortalının %90 oranında sürekli iş göremezliğe maruz kaldığı, Mahkemenin 08.03.2012 tarihli kararının taraflarca temyizi üzerine Dairemizin 29.01.2013 tarih,2012/11302 Esas-2013/1459 Karar sayılı kararı ile bozulduğu, ilgili bozma ilamında özetle Mahkemece hükme esas alınan 14.12.2011 tarihli hesap raporunda değerlendirme ve hesap hatası yapıldığı hususu ile kararlaştırılan maddi tazminattan hakkaniyet indirimi yapılmasının yanlış olduğu hususunun belirtildiği, tarafların sair temyiz itirazlarının ise reddolunduğu anlaşılmıştır.
Temyize konu edilen 31.10.2013 tarihli Mahkeme kararında sair yönlerden bir yanlışlık bulunmamakla birlikte, 08.03.2012 tarihli ilk hükmü temyiz eden tarafların temyiz nedenlerine göre yapılan inceleme sonrasında Dairemizin 29.01.2013 tarih,2012/11302 Esas-2013/1459 Karar sayılı kararı ile verilen bozma ilamına Mahkemece uyulmasıyla davalı D.. İnş.Tic.A.Ş lehine oluşan usuli kazanılmış hak durumunun bozma sonrası verilen 31.10.2013 tarihli kararda göz ardı edilmesi doğru bulunmamıştır.
Şöyle ki; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK).
Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2.maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, bir çok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır:
Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.
Tüm bu açıklamalardan sonra somut olayda, 08.03.2012 tarihli kararı temyiz eden taraflardan davacı yanın temyiz nedenleri arasında Dairemizin 29.01.2013 tarihli bozma ilamına konu edilen “14.12.2011 tarihli hesap raporunun değerlendirme ve hesap hatasına dayanması nedeniyle hükme esas alınacak nitelikte olmadığı” itirazı bulunmamaktadır. Şu haliyle davalı yanlar temyizi olarak irdelenen ve bozma nedeni yapılan bu hususun davalı yararına usuli müktesep hak oluşturacağı hususunun bozma sonrası verilen 31.10.2013 kararda gözetilmemesi doğru değildir.
Yapılacak iş, Dairemizin 29.01.2013 tarih, 2012/11302 Esas-2013/1459 Karar sayılı kararı verilen bozma ilamına Mahkemece uyulması ile davalı yan lehine oluşan usuli kazanılmış hak durumu gözetilerek Mahkemenin 08.03.2012 tarihli hükmüne esas alınan hesap raporunda davacının karşılanmamış maddi zararı olarak belirtilen miktarı geçmemek üzere tüm delilleri bir arada tartışıp neticesine göre karar vermekten ibarettir.
O halde, temyiz eden davalı şirket D.. İnş.Tic.A.Ş vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalılardan D.. İnşaat ve Ticaret A.Ş. vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle H.U.M.K.2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II.fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, iş kazası sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davacının davalılardan D.. İnşaat ve Ticaret A.Ş.’nin Boyabat Barajı Enerji Nakil hattının sağlanması işinde diğer davalı Ka..Madencilik Gıda San. ve Tic. A.Ş.’nin işçisi olarak çalışırken, 19.04.2009 tarihinde uğradığı iş kazası sonucu yüksekten düşme nedeniyle sağ ve sol bacağında kemiklerinin kırıldığını ve buna bağlı olarak her iki bacağını organik ve fonksiyonel olarak yitirdiğini ve belden aşağısını hissetmediğini ileri sürerek, maddi ve manevi tazminat istemiştir.
Davalılar vekilleri, davanın reddine karar verilmesini savunmuşlardır.
Mahkemenin 08.03.2012 tarihli ilk kararında, bilirkişi raporunda hesaplanan 48.687,05.-TL maddi tazminattan takdiren %20 oranında hakkaniyet indirimi yapılmak suretiyle tespit olunan 38.949,64.-TL maddi ve takdiren 90.000,00.-TL manevi olmak üzere toplam 128,949,64.-TL tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınmasına karar verilmiştir.
Tarafların temyiz itirazı üzerine, Özel Dairenin 29.01.2013 tarihli birinci bozma ilamıyla;
“1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal gerektirici nedenlere göre, tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine,
2-…Somut olayda ise; 14.12.2011 tarihli hesap raporunun hükme esas alınacak nitelikte olmadığı, hatalı yorum ve hesap hatasına dayalı olduğu gibi bilirkişinin de aktüerya uzmanı olmadığı görülmektedir.
Gerçekten, hükme esas alınan bu raporda davacının işlemiş dönem hesabının olay tarihine göre başlangıç ve bitiş tarihi alındığı, davacının işleyecek dönem hesabının da süre yönünden hatalı hesaplandığı ve rapora karşı ileri sürülen itirazların değerlendirilmediği gibi bu raporun denetime elverişli olarak düzenlenmediği de ortadadır.
Yapılacak iş, yukarıda açıklandığı şekilde davacının maddi zararını uzman aktüerya bilirkişisine yeniden yöntemince hesaplatmak ve çıkacak sonuç gereğince bir karar vermekten ibarettir.
3-…Bu tür davalarda, sonuca ulaşırken hesaplamaya ilişkin maddi unsurları, tarafların kusur durumlarına, sorumluluğa ilişkin temel hukuk ilke ve esasları yanında, tarafların sosyal ve ekonomik koşullarını hep birden değerlendirmek zorundadır. Maddi tazminatın zenginleştirme aracı olmadığı ve özendirici nitelik göstermemesi gereği gözardı edilmemeli ve bu arada sözü edilen tazminatın bir tarafın zararını karşılarken, diğer tarafında ekonomik ve ticari hayatını etkilemeyecek oranda olması dikkate alınmalıdır.
Mahkemece, bu olgular gözönünde tutulmaksızın belirlenen maddi zarar miktarından Borçlar kanunun 43. maddesi gereğince hakkaniyet indirimi yapılması da isabetsiz olmuştur…” gerekçeleriyle mahkeme kararı bozulmuştur.
Mahkemece, Özel Dairenin birinci bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucu (31.10.2013 tarihli ikinci kararında), bilirkişi raporu uyarınca maddi tazminat talebine ilişkin olarak açılmış bulunan davanın KABULÜ ile hesaplanan 158,502,63 TL maddi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine, maddi tazminata kaza tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine; takdiren 90,000 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş; davalılardan D.. İnşaat ve Ticaret A.Ş. vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairenin 24.02.2014 tarihli ikinci bozma ilamı ile, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Mahkemece, “….Davacı tarafından 30.11.2007 tarihli hükmün temyizine ilişkin verilen gerekçeli temyiz dilekçesinin tarihi 27.04.2012 tarihidir. Bu tarihte 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu henüz yürürlüğe girmemiştir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmesi ile birlikte Türk Borçlar Kanunun 55 maddesine göre “…kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez…” yönünde yeni bir amir hüküm getirilmiştir. Bu maddenin tartışmasız açık anlamı; davacıya maluliyeti oranında SGK’ca iş kazası sigorta kolundan bağlanan ilk onay tarihli gelirin peşin değeri kusur oranında davalı işverenin SGK tarafından rücu edileceğinden hesaplanan tazminattan da yeni TBK 55 madde gereğince rücu edilebilen bu miktarın tenzili yapılacaktır. Bu husus Sosyal Güvenlik hakkının kamu düzenini ilgilendirdiğinden resen uygulanacak olmasındandır. Davacı tarafın temyiz dilekçesinin ikinci maddesinde açıkça “yargılama sırasında tazminat raporuna, geleceğe dönük ücret artışları, olası sistem değişiklikleri ve hatalar yönünden de” itiraz olunmuştur. Hükümde geleceğe yönelik değişmelerden ve hatalardan kaynaklanacak hakların saklı tutulması yargılama prensiplerine aykırıdır. SGK ca bağlanan maaşın sadece ilk peşin sermaye değerlerinin maddi tazminatından düşülmesi durumu ve buna dair 6098 sayılı TBK nun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiş olması sebebiyle temyiz dilekçesinin tarihinin yasadan önceki tarih olması ilk PSD lerin düşülmesi gerekliliği yönünde temyiz talebinde bulunulabilmesi davacı tarafça mümkün değildir. Davacı tarafın temyiz dilekçesinden sonra ortaya çıkan yasal değişiklik davacı tarafı da bağlamalı ve onun hakkında da uygulanmalıdır. Yargıtay 21 Hukuk Dairesinin ilk bozma ilamında hesap raporunun denetime elverişli olmaması yönünden yeniden bilirkişi incelemesi yapılması gerekliliği yönünden yapılan bozma sonrası derdest olan bu dava yönünden kanun hükmünün uygulanmasının zorunlu olduğu mahkememizce düşünülmüştür. Kaldı ki, karar duruşması olan 31.10.2013 tarihli celsede de davalı D.. A.Ş vekili ilk PSD lerin tespitinden sonra dosyanın başka bir bilirkişiye tevdini talep ettiği duruşma tutanağında yazılıdır. Dolayısıyla dava konusu maddi tazminatta ilk PSD lerin uygulanması gerekliliğini davalı vekili de kabul etmiştir….” gerekçesiyle önceki kararda direnilmiş; hükmü davalılardan D.. İnşaat ve Ticaret A.Ş. vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; iş kazası sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkin davada, 08.03.2012 tarihli ilk hükmü temyiz eden tarafların temyiz nedenlerine göre yapılan inceleme sonrasında Özel Dairenin 29.01.2013 tarihli birinci bozma ilamına Mahkemece uyulmasıyla davalı yan lehine usuli kazanılmış hak durumunun oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (9.5.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK).
Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (4.2.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK).
Uyuşmazlığın çözümü, “usuli kazanılmış hak” kavramının açıklanmasını ve açıklanan olgular karşısında somut olay ve taraflar yönünden gerçekleşip gerçekleşmediğinin irdelenmesini gerekli kılmaktadır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2. maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir.” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, bir çok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır.
Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (9.5.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması durumunda, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.
Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.01.2004 gün, E.2004/10-44 E., K:19 sayılı ilamı).
Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü-6. Baskı, cilt 5, s. 4771 vd., 2001).
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.07.2006 gün ve E:2006/4-519, K:527; 31.05.2006 gün ve E:2006/10-307, K:337; 10.05.2006 gün ve E:2006/4-230, K:288; 04.03.2009 gün ve E:2009/10-34, K:104; 14/07/2010 gün ve E:2005/8-368, K:2010/385; 20.12.2013 gün ve E:2013/23-131, K:2013/1681 sayılı ilamları).
Mahkemenin 08.03.2012 tarihli ilk kararını temyiz eden davacının temyiz nedenleri arasında, hesap raporunun değerlendirme ve hesap hatasına dayanması nedeniyle hükme esas alınacak nitelikte olmadığına ilişkin itirazı bulunmamaktadır. Öte yandan, Özel Dairece, birinci bozma ilamında tarafların sair temyiz itirazlarının reddine karar verildiği de belirtilmiştir. İlk bozma ilamına uymuş olan mahkemenin, davalı taraf yararına oluşan usuli kazanılmış hak durumunu dikkate alarak, 08.03.2012 tarihli hükmüne esas aldığı hesap raporunda davacının karşılanmamış maddi zararı olarak belirtilen miktarı geçmemek üzere, tüm delilleri bir arada değerlendirip sonucuna göre karar vermesi gerekmektedir. Ayrıca, davacı vekili 14.12.2011 tarihli hesap bilirkişi raporuna karşı yazılı beyanda bulunmamış olup, 16.12.2011 tarihli celsede, “Bilirkişi raporunun aleyhe kısımlarını kabul etmiyoruz. Islah dilekçemiz doğrultusunda karar verilsin.” demiştir. Zarar hesabına ilişkin rapor, taraf denetimine de tabi olup, raporda gözetilen unsurlar yönünden açıkça bir itiraza uğramamaları halinde, lehine olan taraf yönünden usuli kazanılmış hak oluşacaktır. Bu durumda, açıkça itiraza uğramayan maddi tazminat miktarı yönünden davalılar yararına gerçekleşmiş bir usuli kazanılmış hakkın varlığından söz edilmelidir.
Bu nedenlerle, davacı yararına, ilk mahkeme kararından sonra yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 55. maddesindeki düzenlemenin kamu düzenine ilişkin olduğu gerekçesiyle 16.09.2013 tarihli ikinci bilirkişi raporu ile hesaplanan maddi tazminat miktarından, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından bağlanan gelirlerin rücuya tabi ilk peşin sermaye değeri düşülerek tespit edilen maddi tazminat miktarının davalılardan tahsiline karar verilmesi doğru değildir.
Yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular gözetildiğinde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalılardan D.. İnşaat ve Ticaret A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 24.06.2015 gününde yapılan görüşmede oybirliği ile karar verildi.

kaynak : www.yargitay.gov.tr

Avukat Özgür Eralp

İş Kazası Maddi, Manevi Tazminat Davası – Yargıtay Hukuk Genel Kurul Kararı

yargıtayYargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/1407 E. , 2015/1747 K.
İŞ KAZASI SONUCU SÜREKLİ İŞ GÖRMEZLİĞE UĞRAMA
USULİ KAZANILMIŞ HAK
İTİRAZA UĞRAMAYAN TAZMİNAT MİKTARI
ZARAR HESABINA İLİŞKİN RAPORUN TARAF DENETİMİNE TABİ OLMASI
1982 ANAYASASI (2709) Madde 2
BORÇLAR KANUNU(MÜLGA) (818) Madde 43
TÜRK BORÇLAR KANUNU (6098) Madde 55

“İçtihat Metni”
Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Anadolu 16. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 31.10.2013 gün ve 2013/638 E., 2013/484 K. sayılı kararın incelenmesi davalılardan D.. İnşaat ve Ticaret A.Ş. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin 24.02.2014 gün ve 2014/1131 E., 2916 K. sayılı ilamıyla;
(…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici nedenlere göre temyiz eden davalı şirket D.. İnş.Tic.A.Ş vekillerinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddine
2-Dava, 19.04.2009 tarihindeki iş kazasında yaralanan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemlerine ilişkindir.
Mahkemece, 158.502,63TL maddi, 90.000,00TL manevi tazminatın davalı şirketlerden tahsiline karar verilmiştir.
Dosya kapsamındaki kayıt ve belgelerden, 10.04.2009 tarihindeki zararlandırıcı olayın iş kazası olduğu, kazanın oluşumunda davacı sigortalının %20 oranında mütefarik kusurunun bulunduğu, anılan kaza nedeniyle sigortalının %90 oranında sürekli iş göremezliğe maruz kaldığı, Mahkemenin 08.03.2012 tarihli kararının taraflarca temyizi üzerine Dairemizin 29.01.2013 tarih,2012/11302 Esas-2013/1459 Karar sayılı kararı ile bozulduğu, ilgili bozma ilamında özetle Mahkemece hükme esas alınan 14.12.2011 tarihli hesap raporunda değerlendirme ve hesap hatası yapıldığı hususu ile kararlaştırılan maddi tazminattan hakkaniyet indirimi yapılmasının yanlış olduğu hususunun belirtildiği, tarafların sair temyiz itirazlarının ise reddolunduğu anlaşılmıştır.
Temyize konu edilen 31.10.2013 tarihli Mahkeme kararında sair yönlerden bir yanlışlık bulunmamakla birlikte, 08.03.2012 tarihli ilk hükmü temyiz eden tarafların temyiz nedenlerine göre yapılan inceleme sonrasında Dairemizin 29.01.2013 tarih,2012/11302 Esas-2013/1459 Karar sayılı kararı ile verilen bozma ilamına Mahkemece uyulmasıyla davalı D.. İnş.Tic.A.Ş lehine oluşan usuli kazanılmış hak durumunun bozma sonrası verilen 31.10.2013 tarihli kararda göz ardı edilmesi doğru bulunmamıştır.
Şöyle ki; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK).
Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2.maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, bir çok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır:
Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.
Tüm bu açıklamalardan sonra somut olayda, 08.03.2012 tarihli kararı temyiz eden taraflardan davacı yanın temyiz nedenleri arasında Dairemizin 29.01.2013 tarihli bozma ilamına konu edilen “14.12.2011 tarihli hesap raporunun değerlendirme ve hesap hatasına dayanması nedeniyle hükme esas alınacak nitelikte olmadığı” itirazı bulunmamaktadır. Şu haliyle davalı yanlar temyizi olarak irdelenen ve bozma nedeni yapılan bu hususun davalı yararına usuli müktesep hak oluşturacağı hususunun bozma sonrası verilen 31.10.2013 kararda gözetilmemesi doğru değildir.
Yapılacak iş, Dairemizin 29.01.2013 tarih, 2012/11302 Esas-2013/1459 Karar sayılı kararı verilen bozma ilamına Mahkemece uyulması ile davalı yan lehine oluşan usuli kazanılmış hak durumu gözetilerek Mahkemenin 08.03.2012 tarihli hükmüne esas alınan hesap raporunda davacının karşılanmamış maddi zararı olarak belirtilen miktarı geçmemek üzere tüm delilleri bir arada tartışıp neticesine göre karar vermekten ibarettir.
O halde, temyiz eden davalı şirket D.. İnş.Tic.A.Ş vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalılardan D.. İnşaat ve Ticaret A.Ş. vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle H.U.M.K.2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II.fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, iş kazası sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davacının davalılardan D.. İnşaat ve Ticaret A.Ş.’nin Boyabat Barajı Enerji Nakil hattının sağlanması işinde diğer davalı Ka..Madencilik Gıda San. ve Tic. A.Ş.’nin işçisi olarak çalışırken, 19.04.2009 tarihinde uğradığı iş kazası sonucu yüksekten düşme nedeniyle sağ ve sol bacağında kemiklerinin kırıldığını ve buna bağlı olarak her iki bacağını organik ve fonksiyonel olarak yitirdiğini ve belden aşağısını hissetmediğini ileri sürerek, maddi ve manevi tazminat istemiştir.
Davalılar vekilleri, davanın reddine karar verilmesini savunmuşlardır.
Mahkemenin 08.03.2012 tarihli ilk kararında, bilirkişi raporunda hesaplanan 48.687,05.-TL maddi tazminattan takdiren %20 oranında hakkaniyet indirimi yapılmak suretiyle tespit olunan 38.949,64.-TL maddi ve takdiren 90.000,00.-TL manevi olmak üzere toplam 128,949,64.-TL tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınmasına karar verilmiştir.
Tarafların temyiz itirazı üzerine, Özel Dairenin 29.01.2013 tarihli birinci bozma ilamıyla;
“1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal gerektirici nedenlere göre, tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine,
2-…Somut olayda ise; 14.12.2011 tarihli hesap raporunun hükme esas alınacak nitelikte olmadığı, hatalı yorum ve hesap hatasına dayalı olduğu gibi bilirkişinin de aktüerya uzmanı olmadığı görülmektedir.
Gerçekten, hükme esas alınan bu raporda davacının işlemiş dönem hesabının olay tarihine göre başlangıç ve bitiş tarihi alındığı, davacının işleyecek dönem hesabının da süre yönünden hatalı hesaplandığı ve rapora karşı ileri sürülen itirazların değerlendirilmediği gibi bu raporun denetime elverişli olarak düzenlenmediği de ortadadır.
Yapılacak iş, yukarıda açıklandığı şekilde davacının maddi zararını uzman aktüerya bilirkişisine yeniden yöntemince hesaplatmak ve çıkacak sonuç gereğince bir karar vermekten ibarettir.
3-…Bu tür davalarda, sonuca ulaşırken hesaplamaya ilişkin maddi unsurları, tarafların kusur durumlarına, sorumluluğa ilişkin temel hukuk ilke ve esasları yanında, tarafların sosyal ve ekonomik koşullarını hep birden değerlendirmek zorundadır. Maddi tazminatın zenginleştirme aracı olmadığı ve özendirici nitelik göstermemesi gereği gözardı edilmemeli ve bu arada sözü edilen tazminatın bir tarafın zararını karşılarken, diğer tarafında ekonomik ve ticari hayatını etkilemeyecek oranda olması dikkate alınmalıdır.
Mahkemece, bu olgular gözönünde tutulmaksızın belirlenen maddi zarar miktarından Borçlar kanunun 43. maddesi gereğince hakkaniyet indirimi yapılması da isabetsiz olmuştur…” gerekçeleriyle mahkeme kararı bozulmuştur.
Mahkemece, Özel Dairenin birinci bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucu (31.10.2013 tarihli ikinci kararında), bilirkişi raporu uyarınca maddi tazminat talebine ilişkin olarak açılmış bulunan davanın KABULÜ ile hesaplanan 158,502,63 TL maddi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine, maddi tazminata kaza tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine; takdiren 90,000 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş; davalılardan D.. İnşaat ve Ticaret A.Ş. vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairenin 24.02.2014 tarihli ikinci bozma ilamı ile, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Mahkemece, “….Davacı tarafından 30.11.2007 tarihli hükmün temyizine ilişkin verilen gerekçeli temyiz dilekçesinin tarihi 27.04.2012 tarihidir. Bu tarihte 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu henüz yürürlüğe girmemiştir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmesi ile birlikte Türk Borçlar Kanunun 55 maddesine göre “…kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez…” yönünde yeni bir amir hüküm getirilmiştir. Bu maddenin tartışmasız açık anlamı; davacıya maluliyeti oranında SGK’ca iş kazası sigorta kolundan bağlanan ilk onay tarihli gelirin peşin değeri kusur oranında davalı işverenin SGK tarafından rücu edileceğinden hesaplanan tazminattan da yeni TBK 55 madde gereğince rücu edilebilen bu miktarın tenzili yapılacaktır. Bu husus Sosyal Güvenlik hakkının kamu düzenini ilgilendirdiğinden resen uygulanacak olmasındandır. Davacı tarafın temyiz dilekçesinin ikinci maddesinde açıkça “yargılama sırasında tazminat raporuna, geleceğe dönük ücret artışları, olası sistem değişiklikleri ve hatalar yönünden de” itiraz olunmuştur. Hükümde geleceğe yönelik değişmelerden ve hatalardan kaynaklanacak hakların saklı tutulması yargılama prensiplerine aykırıdır. SGK ca bağlanan maaşın sadece ilk peşin sermaye değerlerinin maddi tazminatından düşülmesi durumu ve buna dair 6098 sayılı TBK nun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiş olması sebebiyle temyiz dilekçesinin tarihinin yasadan önceki tarih olması ilk PSD lerin düşülmesi gerekliliği yönünde temyiz talebinde bulunulabilmesi davacı tarafça mümkün değildir. Davacı tarafın temyiz dilekçesinden sonra ortaya çıkan yasal değişiklik davacı tarafı da bağlamalı ve onun hakkında da uygulanmalıdır. Yargıtay 21 Hukuk Dairesinin ilk bozma ilamında hesap raporunun denetime elverişli olmaması yönünden yeniden bilirkişi incelemesi yapılması gerekliliği yönünden yapılan bozma sonrası derdest olan bu dava yönünden kanun hükmünün uygulanmasının zorunlu olduğu mahkememizce düşünülmüştür. Kaldı ki, karar duruşması olan 31.10.2013 tarihli celsede de davalı D.. A.Ş vekili ilk PSD lerin tespitinden sonra dosyanın başka bir bilirkişiye tevdini talep ettiği duruşma tutanağında yazılıdır. Dolayısıyla dava konusu maddi tazminatta ilk PSD lerin uygulanması gerekliliğini davalı vekili de kabul etmiştir….” gerekçesiyle önceki kararda direnilmiş; hükmü davalılardan D.. İnşaat ve Ticaret A.Ş. vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; iş kazası sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkin davada, 08.03.2012 tarihli ilk hükmü temyiz eden tarafların temyiz nedenlerine göre yapılan inceleme sonrasında Özel Dairenin 29.01.2013 tarihli birinci bozma ilamına Mahkemece uyulmasıyla davalı yan lehine usuli kazanılmış hak durumunun oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (9.5.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK).
Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (4.2.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK).
Uyuşmazlığın çözümü, “usuli kazanılmış hak” kavramının açıklanmasını ve açıklanan olgular karşısında somut olay ve taraflar yönünden gerçekleşip gerçekleşmediğinin irdelenmesini gerekli kılmaktadır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2. maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir.” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, bir çok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır.
Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (9.5.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması durumunda, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.
Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.01.2004 gün, E.2004/10-44 E., K:19 sayılı ilamı).
Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü-6. Baskı, cilt 5, s. 4771 vd., 2001).
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.07.2006 gün ve E:2006/4-519, K:527; 31.05.2006 gün ve E:2006/10-307, K:337; 10.05.2006 gün ve E:2006/4-230, K:288; 04.03.2009 gün ve E:2009/10-34, K:104; 14/07/2010 gün ve E:2005/8-368, K:2010/385; 20.12.2013 gün ve E:2013/23-131, K:2013/1681 sayılı ilamları).
Mahkemenin 08.03.2012 tarihli ilk kararını temyiz eden davacının temyiz nedenleri arasında, hesap raporunun değerlendirme ve hesap hatasına dayanması nedeniyle hükme esas alınacak nitelikte olmadığına ilişkin itirazı bulunmamaktadır. Öte yandan, Özel Dairece, birinci bozma ilamında tarafların sair temyiz itirazlarının reddine karar verildiği de belirtilmiştir. İlk bozma ilamına uymuş olan mahkemenin, davalı taraf yararına oluşan usuli kazanılmış hak durumunu dikkate alarak, 08.03.2012 tarihli hükmüne esas aldığı hesap raporunda davacının karşılanmamış maddi zararı olarak belirtilen miktarı geçmemek üzere, tüm delilleri bir arada değerlendirip sonucuna göre karar vermesi gerekmektedir. Ayrıca, davacı vekili 14.12.2011 tarihli hesap bilirkişi raporuna karşı yazılı beyanda bulunmamış olup, 16.12.2011 tarihli celsede, “Bilirkişi raporunun aleyhe kısımlarını kabul etmiyoruz. Islah dilekçemiz doğrultusunda karar verilsin.” demiştir. Zarar hesabına ilişkin rapor, taraf denetimine de tabi olup, raporda gözetilen unsurlar yönünden açıkça bir itiraza uğramamaları halinde, lehine olan taraf yönünden usuli kazanılmış hak oluşacaktır. Bu durumda, açıkça itiraza uğramayan maddi tazminat miktarı yönünden davalılar yararına gerçekleşmiş bir usuli kazanılmış hakkın varlığından söz edilmelidir.
Bu nedenlerle, davacı yararına, ilk mahkeme kararından sonra yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 55. maddesindeki düzenlemenin kamu düzenine ilişkin olduğu gerekçesiyle 16.09.2013 tarihli ikinci bilirkişi raporu ile hesaplanan maddi tazminat miktarından, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından bağlanan gelirlerin rücuya tabi ilk peşin sermaye değeri düşülerek tespit edilen maddi tazminat miktarının davalılardan tahsiline karar verilmesi doğru değildir.
Yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular gözetildiğinde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalılardan D.. İnşaat ve Ticaret A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 24.06.2015 gününde yapılan görüşmede oybirliği ile karar verildi.

kaynak : www.yargitay.gov.tr

Avukat Özgür Eralp